İnsanın hayat tarzı avcılık ve besin toplayıcılığı şeklinde başlamıştır.
Daha sonraki süreçte insanlar yabani tahılları ıslah ederek kendi kontrolünde planlı bir tarımsal faaliyete başlamıştır.
Böylece bölgedeki avcı ve toplayıcı toplumlar giderek üretici konuma geçmiştir.
Tarıma geçişle birlikte keçi, sığır, domuz, at ve köpek gibi hayvanlar evcilleştirilmiş ve günümüzdeki köy yaşamına benzer yaşam biçimleri oluşturulmuştur.
Ancak konar-göçer yaşam tarzı, avcılık-toplayıcılık faaliyetleri ile birlikte sürdürülmeye devam etmiştir.
Yerleşik yaşam ve tarımsal üretim, nüfus artışına yol açmıştır.
Anadolu’daki birçok yerleşim bölgesinde MÖ 9000’lerden itibaren üreticiliğin başladığı görülmektedir.
Çayönü Höyüğü (Diyarbakır) ve Cafer Höyük (Malatya) yerleşkelerinde dünyanın en eski buğday türlerinden birisi olan “Emmer evcil buğdayı” nın bulunması buna örnektir.
Ayrıca MÖ 8500’lerde Urfa ve Diyarbakır çevresinde buğday tarımının başlamış olması, tahılın ana vatanının Anadolu olduğunu ortaya koymaktadır.
Yazıdan önceki dönemde insanlar, mağara ve kaya sığınıkları içinde küçük gruplar hâlinde seyrek bir biçimde yaşamıştır.
İnsanlığın bu ilk döneminde nüfus artışıyla birlikte mağaralar yerini belli bir kısmı toprağa gömülü ve yuvarlak planlı kulübe şeklindeki barınaklara bırakmıştır.
Örneğin bir ön giriş ile gerisinde dikdörtgen bir salondan oluşan “megaron” tipi evler, İzmir’deki Limantepe ve Baklatepe höyüklerinde yapılan arkeolojik kazılarda saptanmıştır.
Tarım ürünleri ve hayvanlardan elde edilen liflerle giyilen ilk insanlar, kullandığı araç gereçlerini çakmaktaşından yapmıştır.
Araç gereçlerin yapımında zamanla obsidyen (doğal volkanik cam) ve kemikler de kullanılmaya başlanmıştır.
Zamanla araç gereç teknolojisi gelişmiş ve mikrolit adı verilen önceki dönemlerdeki örneklerinden daha küçük ve değişken yapıda ok ucu, orak gibi birleşik alet ve silahlar yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Tahılların beslenmede kullanılması yemek hazırlama işlemini gerektirmiş ve bunun için çanak, çömlek, dibek ve havan gibi araç gereçler üretilmiştir.
Antalya Öküzini’deki araştırmalar, buradaki avcı-toplayıcı toplumların ok ve yayı kullandıklarını göstermektedir.
İlk Devletlerde Gücün Meşruiyet Kaynağı
İlk Çağ’ın başından itibaren siyasi oluşumların çoğu monarşi ile yönetilmiştir.
Krallar, yönetimdeki meşruluğunu yani güçlerini dinden almıştır. Bu nedenle ilk devletlerde gücün meşruiyet kaynağı tanrısaldır.
Anadolu’da MÖ 1700’lerde kurulan Hititlerde kralların gücünü tanrıdan aldığına inanılır ve emirleri tanrının emriymiş gibi görülürdü. Fakat krallar kendilerini tanrı olarak görmezlerdi.
Urartularda krallar, yaptıkları işleri tanrıları Haldi adına yaparlardı. Yani krallar tanrı değildi ama onun yerine hükmederlerdi.
İlk Çağ Yunan medeniyetinin temellerinin atıldığı Girit Adası’nda halk, soylular ve kral tarafından yönetilirdi. Yöneticilerin din adına söz sahibi olması yönüyle yönetimleri teokratikti.
İyonlar, genel olarak Yunan tanrılarına inanırlardı. Din adamları ve kâhinlerin krallar üzerinde etkisi olsa da soyluların yani aristokrat sınıfın yönetimdeki etkisi daha büyüktü.
Mezopotamya uygarlıklarından Sümerlerde yönetici olan Ensiler yani rahip-krallar; en yüksek rahip, yargıç ve komutandı.
Her kentte Sümerlerin saygı duyduğu tanrılara adanmış ziggurat adı verilen tapınaklar inşa etmişlerdi. Bu tapınakları yöneten rahip sınıfı, kentin yöneticileri üzerinde etkiliydi.
Asur ve Babillerde kral, büyük tanrıların yeryüzündeki temsilcisi olup onlar adına ülkeyi yöneten rahip krallardı.
Ünlü Babil Kralı Hammurabi, bu anlayıştan farklı olarak kendisini adaletin kralı olarak ifade etmiştir.
Mısır Krallığı’nın ilk dönemlerinde krallar, tanrının yeryüzündeki temsilcisidir.
Başlangıçta tanrı olarak görülmeyen firavunlar, ilerleyen dönemlerde tanrı olarak görülmeye başlanmıştır.
İlk Çağ medeniyetlerinde gücün meşruiyet kaynağı olan dinin yanında yöneticilerde soy kavramı da önemliydi.
Asurlarda bir kral zorla başa geçse bile kendinden önceki krallarla bir akrabalık gayreti kurma içinde olurdu.
Siyasi güçlerin yeniden kazanılma durumu Mezopotamya’da Ur, İssin, Babil, Kassit, Kalde gibi sülalelerin soy dayanışmasının sonucudur.